"ben gerçekten kötü bir insan değilim. ne aksi bir adamım, ne uysal, ne namuslu, ne alçak, ne de onurlu biriyim. ne kahramanım, ne de bir korkak. hiçbir şey olamadım" diyen sekizinci dereceden bir memurun hikayesini anlatır yeraltından notlar. bu memur, tüm içtenliği ve ciddiyetiyle bir böcek, bir fare olmayı bile isteyecek kadar kendi "varoluş" meselesine dalmıştır.
her ne biçimde olursa olsun insanın bir şekilde karşısına çıkıp, toslayacağı o "taş duvar" iki kere ikinin dört etmesi kadar kaçınılmaz bir gerçekliğin habercisidir. ben o taş duvarı her şeyin üzerinde olan doğa kanunlarının "herkesin bir gün öleceği" çıkmazına yoruyorum. insan denilen mahlukatın "kendini bir piyano tuşu değil de insan olduğunu kanıtlama isteği" bu ölçüde medeniyetin, bütün bir düzenin sınırlarında gezinebilecek bir kötülük, can sıkıntısından doğan bir maraz yaratma arzusuna dönüşüyor. "kasıtlı ve bilinçli olarak zararlı, anlamsız, hatta son derece ahmakça bir isteğe kapılma"yı isteme hakkına sahip olmak, diğer deyişle, iyi, güzel ve yüksek değerlere, akla uygun olana rağmen karşıt yolu tercih etmek, bir "olma, oluş" meselesi haline geliyor. hatta belki de karşıt olanın, kötünün çığırtkanlığı bir "haz" nesnesine dönüşerek, "insanın refahtan, düzenden değil, acıdan da aynı ölçüde hoşlandığına" dair bir gerçekliğe işaret ediyor.
sulusepken bölümünde ise, bu "her şeyi tam anlamıyla algılayan hastalıklı" anti-kahramanın ruh hali, yaşadığı olaylar ışığında bir nevi örneklendiriliyor. nevski caddesi'nde yüzbaşıya yol vermenin bir onur meselesine; tayini çıkan zverkov için eski okul arkadaşlarının düzenlediği veda yemeğinin bir ölçüde geçmişle hesaplaşmaya dönüştüğü bu anılar, "adalet yerini bulsun diye öç almak" arzusuyla, belki de-memurun kendi ifadesiyle- sırf "huysuzluğu" nedeniyle fahişelik yapan liza'yla ilişkisine giden, "alçaklığın ta kendisi olan" bir olaya vesile oluyor. memur içine daldığı çamurdan, "insana acı veren hakaretin, aynı zamanda ruhu temizleyeceğini, yücelteceğini kim yadsıyabilir" diyerek liza'ya iyilik yaptığını bile düşünüyor.
özetle, yeraltından notlar'ın "kendi köşesinde, ruhen çürümüş kendi yeraltında, kendi yarattığı kini içine akıta akıta, hayatını perişan eden" sekizinci dereceden memuru, hayata, yaşamaya yabancılaşmış bir bireyin derinlemesine portresini çiziyor. bu arada okumaya üşenenler için
nuri bilge ceylan'a dair göndermeler bulunsa ve kitabın yerini tutmasa dahi
zeki demirkubuz'un
yeraltı filmini öneriyorum.